bugün

entry'ler (745)

chouchou

''ben seçilmem, seçerim'' cümlesinde seçilen kişinin fransızca meali.

küresel eylem grubu

kyoto protokolü'nü imzalayan hükümetten 25 nisan 2009'da bundan sonra ne istediğini kadıköy'de -yine yeni yeniden- bağıracak olan grup.

(bkz: başka bir enerji mümkün gezegeni kurtar)

küresel bak

4 nisan 2009'da nato dağıtılsın demek için istanbul'da küresel bir eylem düzenleyecek.

(bkz: no to nato)

mümtaz soysal

kendisinin 80. yaşı, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi'nin ise 150. yaşı için türkiye'de anayasacılık sempozyomu düzenlenecek 17 mart 15.30'da aziz köklü salonu'nda.

2009 da bursa da 13773 kişinin işten çıkarılması

akp'nin kurucularından biri olan ertuğrul yalçınbayır'a göre ise, bursa'da hem tekstil hem otomotiv sektörlerinin krizden etkilenmesi sebebiyle daha şimdiden 40-45 bin kayıtlı işsiz var, kayıtdışılarla bu sayı 70 bini buluyor.

melek ozman

konuşmaya başlayana kadar hayatımda gördüğüm en itici insanlardan biri olduğunu düşünmüştüm ama bizim zaten önyargılarla mücadele ettiğimizi unutmuşum, konuşurken hatırladım. hatırlattığı pekçok güzel şeyle birlikte. o kadar çok şey yapmak istiyor ve hepsini o kadar önemsiyor ki, nereden başlayacağını bilemese de bir şekilde anlattığında o güzel projelerini siz de hemen başlasın bitsin istiyorsunuz, o'nunla heyecanlanıp hayaller kurup güzel sonlar yazıyorsunuz.

hayallerini gerçekleştirmek için sahip olduğu enerjiyi trafo gibi bize de ulaştırması ve enerjisini hayalleriyle birlikte hiç kaybetmemesi gereken kadın.

tanım: türkiye'de kadınlarla ilgili ilk medya izleme grubu'nu kurmuş kadınlardan biri.

filmmor

gün itibariyle konusu ''beden'' olan yeni gezici festivalleri başladı. 9-15 mart tarihleri arasında fransız kültür merkezi'nde.

en bi detaylı bilgi için ısrarla; http://www.filmmor.org/

cevahir alışveriş ve eğlence merkezi

mart ayının sonuna kadar istanbul kadınlarının fotoğraflarını sergileyecek mekan.

sesimiz nefesimiz

geçen sene neşet ertaş ile birlikte türk telekom işçilerinin grevine destek için verdikleri konserde izleme şansına eriştiğim kardeş türküleri, en son troya'sıyla izlediğim anadolu ateşi'yle birleştirerek oraya gidecek herkeste daha en başından büyük bir heyecan uyandıracak ; zaman ilerledikçe -özellikle kot kumlama işçilerinin ve/veya dayanışma komitesi üyelerinin çıkıp konuşma yapmalarından sonra- oradaki herkesi sanki kırk yıldır tanışıyorlarmış gibi konuşup dertleşmeye ve hatta halay çekmeye (evet, bu hep olur.) başlatacak, gecenin sonunda herkesin vicdanını biraz daha rahatlacak ve herkesi biraz olsun mutlu edecek yaşam destek ünitesi.

ece temelkuran'ın konuyla ilgili yazısı için; http://www.milliyet.com.t...e%20temelkuran&ver=60

bassment

last.fm sayfalarından nothing albümü indirilebilmektedir.

japanese spy transcript

maybeshewill'in ''evet, ben hissedebiliyorum.'' dedirten, yeni hisler keşfederken metabolizma çalıştıran ep'si.

he films the clouds
in another life when we are cat
the paris hilton sex tape
japanese spy transcript

maybeshewill

japanese spy transcript isimli dört şarkılık ep'lerinde adalarda bisiklet sefası yaşatan, not for want of trying albümüyle birlikte ise beni iyice reenkarnasyona inandıran, this will destroy you ve beirut sonrası yeni tramvay durağı.

deep purple

20 temmuz 2009 günü saat 20.00'de parkorman'da olacak grup.

kuru kuru ekmek yeme hastalığı

(bkz: fırat)
(bkz: uğur gürsoy)

insan haklari evrensel beyannamesi

gün itibariyle altmış yaşına basmıştır.

erkegin sadakatini test eden kadin

''güven testi''nde sınıfta kalmış kadındır..

çok üşümek

çok üşüyorum.

bu kahrolası yaz sıcağında üşüyorum. ateşim çıkmıyor ama. sadece bir titreme var. küresel ısınıyorum sanırım. topak şeylere ilgim vardır benim. o yüzden en sevdiğim hayvanları sayarken fillerden, hipopotamlardan, kutup ayılarından filan bahsederim. işte şimdi kendimi tam da o küçük buz parçası üzerinde yalnız kalan kutup ayısı gibi hissediyorum. beni kameraya alan ya da fotoğrafımı çeken biri var mı bilmiyorum. olmasa daha iyi. çünkü ben hiçbir zaman fotojenik bir insan olamadım. istedim ama olamadım. o yüzden fotoğraflardan haz etmem. ben anı dondurmayı sevmem. ben çilekli dondurma yiyince midesi bulanan bir kızım. ve ece temelkuran'ı hayalkırıklığına uğratmak istemem ama, hiç peçete koleksiyonum da olmadı. ben mektup biriktirmeyi severdim. şimdi tıpkı olduğu gibi. annemin günlüklerini ve babama yazdığı şiirleri okuyarak büyüdüm. onları biriktirdim hayat bilgisi defterimde. annem edebiyat mezunuydu fakat şiirleri hiçbir zaman içimde göğe bakma hissi uyandırmadı bende. yine de içten içe düz yazıyı şiire zilyon kere tercih etmeme rağmen bir gün birilerine şiir yazabilme ihtimalimi düşündüm. tek bir farkla, ben annemden daha güzel yazmalıydım. bir gün benim çocuğuma kalacak olan o his külliyatlarında çocuğum benim arkamdan ''annem de amma saçmalamış'' dememeli. aksine, ''anneme bak, neler yaşamış'' demeli.

çok üşüyorum.

kafamda zilyon tane düşünce ve içime atmaktan şişmanladığım bir sürü üzüntü var. dokunmasını beklemem kimsenin ağlamak için. şu günlerde müstear adıyla müstesna bir insan değilim. adımın sadece ''melankolik'' kısmını görüyor gözlerim. biraz buğulu sanki her şey. kesin değil. ben bu belirsizlik halini hiç sevmem. hayatımda beklemek ve bellirleyememek kadar nefret ettiğim şeyler yoktur. oysa hayat sanki bana beklemekten başka çare vermiyor. inadına hiçbir sorunun, soru ögesi içermeyenlerin bile, cevabını vermiyor. benim bulmama izin vermiyor. hayatımda, hiçbir şeyin bir ''ad''ı yok. oysa benim için çok önemlidir ''ad''lar. çünkü birine ad veremezsem, sıfatlarım onu, nitelerim. işaret parmağımı uzatıp rencide ederim. gözlerimi dikerim, gözümün önünden gitmesin diye. hiçbir şeyi kaçırmak istemem çünkü. her şeyi kontrol altına alıp her daim haklı çıkmak değil derdim. evet, bi ara bunu da deli gibi istemiştim. sonra deli olmayı çok istedim. her şeyi elimin tersiyle itip, gönlümce küfredebilmeyi, bunun için yüzümün kızarmamasını, başıma ne gelirse gelsin hiçbir şeyden sorumlu olmamayı, her şeye yeniden başlayabilme gücünü çok istedim. bana yapılan haksızlıklara inat, yaptığım hiçbir haksız fiilden sorumlu olmayacaktım çünkü o zaman. o zaman belki de ilk defa ''karşılıksızlık'' farklı bir boyut kazanacaktı üçüncü boyuta sık sık giden lakin geri gelmeyi hep reddedip bi kısmını orada bırakarak eksilmeyi tercih eden aklım için.

çok üşüyorum.

kendime yasakladığım zilyonlarca şarkıdan sadece biri çınlıyor şu an kulağımda. ''ısınamazsın ağlarken'' diyor deniz. ben deniz adını çok severim. denizleri çok severim. deniz'leri çok severim. belki ece temelkuran bilmez, belki de en bi çok yaptığı bir şeydi, ben isim biriktiririm defterimin arasında. doğmamış ve doğmayacak olan yüzlerce çocuğum vardır. hepsinin de bir adı. onları ''sıradanlık''tan kurtarmayı bahşeden adları. hepsi hazır. her gün bir yenisi ekleniyor onlara. ben her gün, içimdeki çocuğu öldürmek istedikçe, başka çocuklar doğuruyorum. belki çok sevdiğim halde tutmaktan- dokunmaktan deli gibi korktuğum kediler doğuramıyorum, yollayamıyorum çay fincanlarının kenarında ece temelkuran gibi. ya da o'nun ''zira''ları yerine, benim ''ama''larım daha baskın. ben hep içine kapanık ve çözülmeyi beklenen ''taraf'' olmayı isterken, baskın olmak zorunda bırakılıyorum. ya da kendimi bu konuma düşürüyorum. benim için çok zamandır haklı olmanın ya da hata yapmanın bir anlamı yok. yaptığım şeylerden pişman olmayı yapmadıklarıma tercih ettiğim filan da yok. sadece bir gün, gelişine vurduğum ortanın ağlarla buluşmasını istiyorum. doksana girmek zorunda değil. çocukken oynadığım dokuz aylık, yirmi bir aylık, doksan dakikalık maçlar şu an hiçbir şey ifade etmiyor. ben yeni başladım çünkü her şeye.

çok üşüyorum.

içimde sonuna ''meli - malı'' eklediğim zilyon tane cümle var. attığım ve atmak zorunda olduğum adımların her nefeste yenilendiğini hissettikçe nabzımla birlikte artıyor gerekliliklerim. çünkü ben her nefeste biraz daha büyüyorum. her nefeste biraz daha yaşlanıyorum. benim derin nefeslerim büyük beklentilerim. sabrım yok pek evrimi beklemeye. belki de bu yüzden kalbim hiç kenarlarından alınmasına müsait değil. bu yüzden belki de direk kırılmayı tercih ediyor. sanırım bu victor hugo'yu hiç dinlemediğim anlamına da geliyor. o'na söylemeyi çok isterdim bir değirmenin arkasında dinin mucizelerini görüp hayata bağlanmanın sadece o'nun kitaplarında olduğunu ve insanlığın hiçbir zaman sert olmak varken yumuşak olmayı tercih etmediğini. bu yüzden herhalükarda kırılıp incindiklerini. unutmadan bir de eklemek isterdim, içimdeki mutfaktaayaksesleri bandosunun mucize beklemeyi artık huzurdan saymadığını. kalbimi ya da bedenim çıldırmasına rağmen hiçbir zaman gidemediği vekaleten yerine seyahate yolladığı beynimi kullanmıyorum artık. hangisi boştaysa. çünkü bence insanlar bireysel olmak yerine takım oyununa önem vermeli. boşta biri varsa, ona pas atmalı. ve bilmeli tek kişinin sorumluluğunun her zaman bölünmüş sorumluluktan daha ağır olduğunu.

çok üşüyorum.

ben sahip olduğum zilyonlarca hayali ve kurduğum binlerce ''meli- malı'' cümlesini gerçekleştiremeyecek olmaktan korkuyorum. ölümün engel teşkil etmesi değil sorun. önümdeki tek engel kendimken ölümün lafı bile olmaz. önemli bir şey için ölmek istiyor olmam da mesela bunun önünde engel değil. bana göre, ben en büyük engeli nefes alırken içime çektiğim havanın genzimi yakmasına alışmakla yendim. ben daha ilk nefesimle yendim hayatı. bir an duruşu gibi. yeterli. her zaman büyük beklentilerimin olmasından zarar gördüm. çünkü onların hiçbiri yakın vadede gerçek olmadı. uzak vadede gerçekleşmesini ise ben istemedim, o an lazımdı bana çünkü. o an, hani ''sevdiğine kavuşamazsa ölür'' hastalığına yakalandığım an, eğer yanımda olmuyorsa gerisi teferruattır. hayat ayrıntılarda gizli olsa bile. benim artık o ayrıntıları bulmaya takaatim yok. ben ''yanıtla beni'' dediğimde derdime derman olacak bir kurum kuruluş istiyorum. sevmesem de sagopa kajmer'in ''kendime sarılır, donarım'' sözünden etkilenmek istemiyorum. geç kalmış olmak istemiyorum! bir sabah uyandığımda her şeyin çok bittiğini ve benim bitiş merasimine bile yetişemediğimi anlamaktan korkuyorum!

hayatımda başımı çevirdiğimde yanımda olacak kişinin mutfaktaki ayak sesini ve sadece ikimizin görebildiğine inandığım o ateşböceklerinin olduğu bahçede kulağımda kirazlar, önümde emek verdiğim domateslerle özgür bir dünyada o adamla başka şeyler için mücadele içinde olmayı kaçırmak istemiyorum! ben doğuştan şanslı değilim. fotojenik hiç değilim. belki de bu yüzden öldüğümde arkamdan gösterebilecekleri hiç fotoğrafım yok dün olması beklenen şimdiki zamana ait. saçlarım kötü. sesim detone çıkıyor. hayattan beklentilerim had safada, aldıklarım sıfırın altında. yazmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. onu da beceremiyorum. hala bir gün tanrı'nın beni çevrimiçi'ne alacağını ve benimle uzun uzun sohbet edeceğine inanıyorum. bir gün, gözlerimi kapatıp açtığımda karşımda tam da içimden geçeni görmek istiyorum. güvercinlerle değil kedilerle yolladığım mektupların sahibini bulmasını ümit ediyorum. sahnede bakanların ''ne kadar cesur ve güzel. umut dolu gözleri söylediği melankolik şarkıları aydınlatıyor'' demesini umuyorum. ama bir mikrofon, o kadar uzak ki. ''sınırlar kalksın'' diye bağırmıyorum, sadece ''uzaklar yakın olsun'' istiyorum. her gün bir balon uçarayım ve uçurduğum o balon göğe bakma durağımın üstündeki yıldıza takılsın istiyorum. deniz ve yıldız hiç uzağıma düşmesin, yalnız kalsam hatta gölgemden bile kopsam onlar hep peşimden gelsin istiyorum.

kapama gözlerini, ben çok üşüyorum.

özgürlük dünyası

istanbul'da sorulan herhangi bir kitapçıdan ''artık gelmiyor'' cevabının işitilmesi üzerine ''nereden edinebiliriz?'' sorularıyla basım yayınevini ısrarla taciz eden bünyeye çareyi kendisini adana ve ankara'dan kargoyla temin ettirilmesinde bulduran, 200. sayısına özel bir de ek yayınlayarak yola çıktıkları 1988'den bu yana ele aldıkları konuları bir konu diziniyle yılbaşı hediyesi niyetine okuyucularına sunan aylık sosyalist teori ve politika dergisi.

2009 öss birincisi

şu adreste ikamet eden kişidir.

http://sifirfaktoriyel.blogspot.com/

dembedem

6 aralık 2008 akşamı peyote'de olacak grup.